18 Mart 2017 Cumartesi

BEYOĞLU'NDAN 
DOLMABAHÇE'YE TAŞINAN BİR 
ARALIK AKŞAMI
Sus pus olmuş, puslu bir İstanbul muydu yüzün, yoksa 
çok bildik hüzünler mi taşınmıştı yüzüne 
Dolmabahçe'de, çay tadında.... 
Divit ucuyla yazılmış bir aşkın sureti vardı avuçlarında, 
tarih bir başka iklimin kıvamını gösteriyordu. 
Ben rehnedilmiş yelkovan gibi...
Hani akrep'i seven ama 
yüreği takvim yokuşlarında....

Sinemada elinin elimde terleyişinin bir anlamı olmalı, 
sesinin sesimde yankılanmasının... Sanki perdedekine 
üzülmüş ya da sevinmişsin de tesadüfen akmış yüzün 
içime...
Yalan! Sen perdeye bakıyorsun, fikrin benim seyir defterimde... 
Ve ben amerikanca bir filmi Kürtçe 
seyrediyorum...

Kadın, Beyoğlu'nun bir kış akşamında, 
üstündeki deri montun sahibine küs, soğukluğundan 
muzdarip yürüyordu... 
Adam da...
 Yürümek hiçbir şeyi 
çözmüyordu, bazı Aralık akşamlarında... 
Parmağında 
yaralı bir öyküyü taşıyordu adam..
 Kadının yüzünde bir hüzün... 
Hüzünlü aralık akşamında bir yüzük... 
Yüzüğün yüzünde dünya güzeli bir kadının kehaneti...
 Soğuğun ve karanlığın vehameti!

Hayatı, bir başkasının pantolunu gibi, küçültülmüş, 
daraltılmış...
 İlk sahibinin o pantolonla yaşadığı şeyler, 
yani pantolonu pantolon yapan anılar, bazı ilkbahar 
bereleri yüzünden yapılan yamalar, ter tüketen yazlar... 
Hepsi daraltılmış.. 
Yaşananlara bir beden büyük geliyor artık hayat!

Bir aşkı paylaşmak için çok geç, bir paylaşıma aşık 
olmak içinse erken... 
Beni sevda yerimden vurdu yine zaman...
Şimdi sana söylenecek tek cümle: 
  
Bende sana yetecek kadar ben kalmadı...
Yılmaz Erdoğan
www.indirgonder.com
#indirgonder
#indirgondercom
@indirgonder


**********